Paris

Paris

Paris

Paris

Paris

Paris

Paris

Paris

Paris

Paris

Paris

Paris

Uzun süre sonra yalnız çıkacağım ilk seyahatim. Kış ve tek dileğim soğuk da olsa güneş. Yağmur yağmasın diye bilmiyorum kaç gün önceden, kaç kere baktım hava durumuna. Yağmuru sokakta yürürken değil de pencerenin arkasından izlemeyi severim.Her şey çok karışık gibi geliyor. Sonra biraz sakinleşince aradığım her şeyi buluyorum. Herkes ingilizce cevap veriyor, kimse fransızca konuşmadığım için sinirli değil. Kafamda fransızlarla ilgili bir ton klişe, henüz kibir ile karşılaşmadım. Elimde harita otelin sokağını ararken iki ayrı genç kadın yardım etmek için durdu. Ablam lobide bekliyor. Aralıktan beri birbirimize sarılmamışız, çantalarımızı bırakıp rüzgarın soğuk soğuk estiği sokaklara çıkıyoruz. Hiç beğenmeyeceğimi düşündüğüm, her şeyin bana ağır ve ağdalı geleceğini düşündüğüm şehir – belki de beklentilerimi bu kadar düşük tuttuğum için- bir anda gözüme bambaşka bir yer gibi görünüyor.

Metrolara inen merdivenlerin trabzanlarındaki naiflik, her tarafa 7 derece şubat soğuğunda bisikletle giden orta yaşlı, genç kadınlar, afişlerdeki tipografinin inceliği, insanların şıklığı, cadde lambalarının zarifliği ve sokak isimlerinin yazdığı mavi tabelaların hoşluğu beni heyecanlandırıyor. Paris’te bir şey var, hiç durmadan sokaklarda yürümek istiyorum.

Nerelerde yemek yedik, içtik?

Le temps des cerises cafe/ Kahveler harika.
Cafe du rendez vous / Denfert-Rochereau İstasyonunun hemen yakınında tüm meydanı gören kahvelerinizi içerken ister istemez sandalyelerin ne kadar güzel olduğunu düşüneceğiniz yer.
Le Pain Au Naturel / Şiddetle tavsiye edilir. Hayatımda yediğim en güzel ekmekler, çeşitli tatlılar, atıştırmalıklardı.
Café Saint-Régis / Sakin bir kahvaltı için en güzel adres. Nehir boyunca yürüyüş yaptıktan sonra bütün sabahı geçirmek isteyeceğiniz bir yer.
Cafe des Musees / Kahve içerken sandalye sanatı hakkında düşünebilirsiniz.
Les Antiquaires / Meşhur soğan çorbasını içmeniz gereken yer burası. Gerçekten için.

Leave a Reply