Tanıştığımıza memnun oldum Archie.

Aklınıza saplanıp kalmış öyküler vardır, cümleler, kitapların bazı anları, belli belirsiz yarattığı his, duygu, kırılmışlık, penceremizi tıklatan hüzünler dediği gibi Cortazar’ın. Karakterlerin hayatı, kafanızda hayal ettiğiniz, resmini oluşturduğunuz hayatları, kıyafetleri, detayları, sözgelimi Mr. Dalloway’un arkadaşına rastladığı caddenin ayrıntıları, Simenon’un kanaldaki evi, şimdi artık adını çoktan unuttuğunuz kitaptaki köpeğin adını, kitaplar size gerçekten bir şey hissettirir. Geçenlerde şöyle bir şey okudum, okurken hissettiğimiz şey -yani hayal ederken- bir şeyi gerçekten yaşadığımızda hissettiğimizden daha kuvvetliymiş.

Blog açmaya karar verdiğim zaman bu sekme beni çok heyecanlandırmıştı. Durmadan kitaplardan bahsedeceğimi düşünmüştüm. Ama öyle olmadı. Fark ettim ki kitaplarla daha farklı bir ilişkim var. Kitaplar hakkında konuşmayı çok seviyorum ama yalnızca benimle aynı zevkte olan okuyucularla.
Bu yüzden birisi bana kitap öner deyince duraklıyorum. Birisine kitap önermenin ciddi bir iş olduğunu düşünüyorum.

Hani bir önceki yazıda uzun bir kitap okumak istiyorum demiştim, o kitabı buldum. 4321, Paul Auster.
Fergunson’un çocukluğunu, yalnızlığını, kendini, kadınları ve erkekleri keşfetmesini, başına gelenleri, başından geçenleri, çıkmazlarını, can sıkıntılarını kalbimin içinde yaşamışım gibi hissettim. Uzun soluklu, ayrıntılarla kurgulanmış, birçok kitap ve film öneren, gözlerimi yaşlarla doldurup, şaşkınlıktan durup durup düşündüğüm, karakterle tanışmak isteyeceğim bir kitaptı. Sık sık Archie ve Holden birbirlerini sever miydi diye de düşündüm fakat sevmezlerdi herhalde. Holden filmlerden nefret eder, belki de Archie ona sinemayı sevdirirdi, bilemiyorum.

”Suç ve Ceza’yı okumak onu değiştirdi, Suç ve Ceza göklerden inip onu paramparça eden bir şimşekti ve Ferguson sonunda kendini toparlayabildiğinde geleceği konusunda artık hiç kuşkusu kalmamıştı, zira eğer bu bir kitabın ulaşabileceği nitelikse, eğer bu bir romanın insanın yüreğini, aklını ve dünya hakkındaki duygularını etkilemesine bir örnekse, o zaman roman yazmak insanın hayatında yapabileceği en iyi şeydi, çünkü Dostoyevski ona kurgulanmış hikayelerin eğlence ve vakit geçirme aracı olmanın çok ötesine geçebileceğini, insanı altüst ve tersyüz edebileceğini, insanı hem yakıp kavuracağını hem donduracağını hem de çırılçıplak soyup evrende kopan fırtınaların içine fırlatacağını öğretmişti’’

“… ama gerçek olmayan bir dünya gerçek dünyadan çok daha büyüktü ve o dünyada aynı anda kendin olmak ve kendin olmamak için yeterince yer vardı.”

Leave a Reply