Anne,

Ben seni anne olmadan önce anladım anne. Biraz önce konuştuk seninle. Kapattım telefonu, canım sıkıldı biraz ama aldırmadım, keşke düşündüğüm kadar hızlı yazabilsem, yukarı gidip tuvaletimi yaptım. Aslında vazgeçmiştim ama fasülyeleri kavurmaya başladım. Seni düşünerek. Bir an düşündüm, gecenin bir körü fasülye kavuruyorum, eğer yanımda biri olsaydı, yani Tiago yukarıda uyumuyor olsaydı, ona da tattırıdım, iştahla, hevesle. Onun beğenmesi beni iki kere mutlu ederdi, sen de öyleydin işte, yemeği yapmanın ve sonra da yiyecek olmanın verdiği o keyiften öte, başkasına keyif veriyor olmak seni her şeyden çok mutlu ederdi. Üstelik bu başkasının kim olduğu da öyle çok fark etmezdi, senin kalbin mi, aklın mı demeliyim, o kadar tuhaf ve büyüktü ki, herkesi memnun etmek gibi akıl almaz bir sevgi ve heyecan yani bir yük taşırdın içinde, birilerini mutlu etmek seni ayakta tutan tek şeydi, işe yaramak, iyilik yapmak, kıyak yapmak, birini sevindirmek, birini hiçbir sebep yokken bile sevindirmek, yardım etmek. Senin içinde bu duygularla harekete geçen çok keyifli bir kadın vardı. Beni, Nesli’yi, Melike’yi ve babamı. Herkesin keyfini yerine getirmek için çok uğraştın. Hoşuna gitmeyen şeyler duyduğunda sinirlenir, sonra dinledikçe sakinleşir, ama asla taviz vermeden, sonra sakinleşip, bizimle aynı düzlüğe geldiğin zaman bir an için sevimlileşir, yakınlık kurardın. Sonra hemen bizim seni ne zaman anlayacağımza dair o büyülü zamana işaret ederdin, seni ancak anne olunca anlayacağımız o zamana. Bunu söylemeden önce arkadaşça ve cevabımızı da her seferinde gerçekten samimiyetle bekleyerek, beni ne zaman anlayacaksınız biliyor musun diye de yavaşça sorardın. Dürüst olmak gerekirse, çok uzun bir süre, o zaman gelene kadar seni anlamayacağıma içtenlikle inandım. Bunu söylediğini her duyduğum zaman, ohh, sakinleşti ama şimdi ağırlığı olan o şeyi söyleyecek, ya çocuğum olunca da anlayamazsam diye düşünürdüm, ama inanırdım da o büyülü anın sorumluğuna, o sorumluluğun bir şeyi anlamaya yaracağına. Ama ben seni anne olmadan da anladım anne. Seni genç bir kadın olunca anladım, bazı şeylerin ve durumların sorumluluğunu almaya başlayıp, başkaları benim için sürekli bir şeyleri kolaylaştırıp yönlendirmediği zamanlarda, yani yalnız olduğum zamanlarda anladım. Genç bir kadın olup kendi hayatımın tereddütleriyle savaşırken, seni, babamı suçlamamaya çalışarak, ama koskoca yılların kızgınlıkla geçen yılların nedenini çözmeye çalıştığım zamanlarda anladım seni. Yani insan olmanın getirdiklerini düşünürken, duyguları, aklı, hevesleri, tutkuları, can sıkıntılarını nasıl geçirip, nasıl kontrol edebileceğimi anlamaya çalışırken anladım seni. Genç bir insan olmanın ne demek olduğunu anladığım zaman.
Yirmili yaşlarımın sonlarına doğru, senin gençliğini hayal ettim, nasıl biri olduğunu, hislerini, heveslerini, bir şeyi sevme şeklini, bulunduğun andan keyif almayı bilmeni, asla taviz vermek istememeni. Nasıl davrandığını, nasıl sevindiğini düşündüm. Sana çok benzediğimi düşündüm. Senin şimdiki halinle, kendi davranışlarımı karşılaştırdığım zaman, sana çok benzediğim sonucuna varıyorum. Şimdi bugün olduğum kişiden bu kadar hoşlanıyorsam, bu senin sayende oldu. Bana öğrettiklerin, bana davranış biçimin sayesinde. Senin bir şeylere bakış şeklini çok beğenmiş olmalıyım ki, olduğum şeyden memnunum. Daha sonra bu davranışlar önce her şeye çok sinirlenip sonra her şeyi bir bir anlamaya çalışmaya doğru itti beni. Sakinleşmeyi, gerçekten sevmeyi öğrendim. Kendimi, seni, her şeyi.

Leave a Reply