Nerede kalmıştık?

Temmuz akşamı T’nin annesinin evinden dönerken arabada bilindik manzaralara bakmaktan başka alternatifim yoktu, eve giderken yol boyunca midemin bulanmasına aldırış etmeden yeni alacağım kıyafetlere bakmaktan telefonumun şarjı bitmişti çünkü. Kavşağa girmeden önce yolun kenarından biraz ileride yükselen dumanı bir süre takip etmiştim ve Portekizlilerin kim bilir yine ne yaktıklarını düşünmüştüm. Eve gelince hemen buzlu soğuk […]

Evet, ben bir Murakami hayranıyım.

Lütfen bu yazıyı Peter, Paul and Mary’den Don’t think twice, It’s all right dinleyerek okuyun. Kişisel olarak, kendimi hayran olarak adlandırmak istemem ama öyleyim galiba. Genç kızların sevdiği şarkıcıların posterlerini odasına asması gibi, Murakami’nin çekilmiş bir portresini salonuma asabilirim. (Ergenlik yıllarımda, sıkı bir İlhan Mansız hayranıydım) Kaç günüdür kafamda bir Murakami yazısı yazmak var. Herhalde […]

Lizbon

” Lizbon’da bazı küçük lokantalarda ve bistrolarda, giriş katında eli yüzü düzgün bir salon, onun üstünde de bir asmakat bulunur. Asmakatların, demiryolunun geçmediği küçük şehirlerdeki lokantaları anımsatan, ağır, ev havasında bir rahatlığı vardır. Pazar günleri dışında pek kimsenin uğramadığı bu yerlerde çoğu zaman epey tuhaf tiplere, hayatın bir köşeye ittiği, hiçbir ilginç tarafı olmayan insanlara […]

Tanıştığımıza memnun oldum Archie.

Aklınıza saplanıp kalmış öyküler vardır, cümleler, kitapların bazı anları, belli belirsiz yarattığı his, duygu, kırılmışlık, penceremizi tıklatan hüzünler dediği gibi Cortazar’ın. Karakterlerin hayatı, kafanızda hayal ettiğiniz, resmini oluşturduğunuz hayatları, kıyafetleri, detayları, sözgelimi Mr. Dalloway’un arkadaşına rastladığı caddenin ayrıntıları, Simenon’un kanaldaki evi, şimdi artık adını çoktan unuttuğunuz kitaptaki köpeğin adını, kitaplar size gerçekten bir şey hissettirir. […]

Rüzgarla birlikte

okyanus atlantic portekiz

Bir kaç kıştır böyle uzun aralıklı yağmayan yağmurlar başladı. Duracak gibi görünmüyor. Ben henüz yağmuru sevip sevmediğime karar veremedim. Bunu geçen akşam yağmurun birden başlayan gürültüsünün çok hoşuma gittiğini anladığım zaman fark ettim. Yağmur durunca yola çıkmayı, ıslanan evlerin, otların, ağaç topraklarının, binaların pervazlarının, çatılarının, çöp kovalarının renkleri sanki daha da canlıymış gibi görünüyor. Bu […]

John Fante hakkında

Fante okurken durgun bir su üzerinde yürür gibi hissedersiniz. Küfür eder, nefret eder, açık ve anlaşılır bir şekilde yazar, durgun bir suda kayığın yavaşça ilerlemesi gibi Fante’yi okurken nereye gideceğini düşünmezsiniz hikayenin. Onun umutsuzluklarında, umutsuzluklarının içindeki yaşama sevincinde, nefreti, saplantısı ve kaygısızlığı içinde kaybolursunuz. Fante’de baharın gelişini de, bir kadının sokaktan geçişini de aynı yoğunlukta […]

Üzüntü, Muz kabuğu ve J.D. SALINGER

Kötü giden bir günün sonunda bazen de iyi uyanmadığım sabahlarda başucumda hep Salinger vardı. Bir kitabı okuyup bitirmek diye bir şey olmadığını düşünürüm, kitap sizinle birlikte yaşar. Kitaptan bir cümle, sizi korkutan bir satır, sizi üzen, duygulandıran, bir şeyler hissettiren bir satır hep yanınızda kalır. Unuttuğunuzu düşündüğünüz bir köşede. Aklınızın. Yaklaşık on senedir Seymour, Esme, […]

Kolera Günlerinde Aşk

sunrise

“Bir gün bu evden gidersem, herkes bilsin ki, dilimin yanmasından bıktığımdandır.” diyen Doktor Urbino’nun haklı isyanını paylaşıyorum. Bir kitapta okuduğunuz ve yalnızca sizin hoşunuza gittiğinizi düşündüğünüz kıyıda kalmış bir ayrıntıyı başka bir romanda görmek, hani o benzersiz his, biliyorsunuz dimi? Bir hikaye anlatacak olsam Doktor Juvenal Urbino’nun dilinin yanmasına bir gönderme yapmak isterdim. Şimdi hangi […]